AYET-İ KERİME

http://emelleri.blogspot.com.tr/2013/06/fakirlige-sebep-olan-seyler.html

20 Mayıs 2022 Cuma

HESAPLAŞMA SENDE HESAPLA

 


HESAPLAŞMA
Son günlerde “19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı” haftasında 21 yaşında olduğunu söyleyen bir genç tarafından yazıldığı belirtilen ve sanki yeni nesil ile eski nesil arasında bir “hesaplaşma” niteliğinde olan bir yazı sosyal medya gündemine düştü.
Yazıyı kaleme alan kişi gerçekten 21 yaşında bir genç midir yoksa kendilerini hep dev aynasında gören yaşıtlarını uyarmak isteyen bir yetişkin midir bilinmez ama yazının gerçeklik payı küçümsenemeyecek kadar yüksektir. Onu yazanı tebrik ediyor ve tekrar okunmaya değer bulduğum için çok ufak bazı düzeltmelerle ve sonunda kısa bir yorumla yazıyı aynı şekilde yeniden dikkatlere sunmak istiyorum.
Bir “Köşe Yazarı”na hitap ederek yazıyı yazan diyor ki:
“Ben 21 yaşında bir üniversite öğrencisiyim. Yazılarınızı fırsat buldukça okuyorum. Yazılarınızda sık sık “gençlik nereye gidiyor?” türünden yakınmalarınız oluyor? Gençlik derken herhâlde lise ve üniversite öğrencilerini kastediyorsunuz. Bu durumda ben de nereye gittiğini çok merak ettiğiniz o grubun bir üyesiyim.
Madem bu ülkede yaşayan insanları gençler ve yetişkinler olarak ikiye ayırdınız ben de siz yetişkinlere bazı sorular sormak istiyorum:
Bir köşe yazarı olarak gençlerin nereye gittiğinden çok yetişkinlerin nerede durduğuyla ilgilenmeniz gerekmiyor mu?
* Ülkenin başını belaya sokan olayların başaktörleri genelde gençler mi, yoksa yetişkinler mi?
* Bu ülkede yüz binlerce öğrenci tek bir soru fazla yapabilmek için dirsek çürütürken sınav sorularıyla birlikte biz gençlerin hayallerini de çalıp çürütenler kimlerdi? Onlar Lise öğrencilerimiydi?
* 15 Temmuz’u planlayanlar kaçıncı sınıfa gidiyorlardı?
* Milletin yüzüne baka baka yalan söyleyen siyasetçiler bugün hangi üniversitede okuyorlar?
* Sanatçı kimliğiyle her türlü ahlaksızlığı yapanlar ergen midirler?
* Din adamı sıfatıyla ekranlara çıkıp inancıma ve değerlerime küfredenler kaç yaşındadırlar?
* Sinemada 7 yaş üstüne uygun olarak işaretlenmiş filmlerde bel üstüne çıkamayan yapımcılar kaç doğumludurlar?
Lütfen artık gençliğe laf söylemeyi bırakın da önce kendinize, yetişkinlere bakın ve “sizler bu ülkenin geleceğisiniz!” gibi klişe sloganlardan vazgeçiniz. Çünkü sizler bu ülkenin bugünüsünüz.
Siz yaşadığınız günü bile kurtaramazken yarınları kurtarma işini niçin bize ihale ediyorsunuz?
Kimin elinin kimin cebinde belli olmadığı, çarpık ilişkilerle dolu dizilere reyting rekoru kırdıran sizlersiniz. Kan damlayan, şiddet kusan senaryoları siz yazdırıyorsunuz.
Evlilik gibi kutsal bir müesseseyi evlilik programlarında virane bir gecekonduya dönüştüren yine sizsiniz.
Youtube fenomenlerini seyrediyoruz diye ağlaşıyorsunuz ama o fenomenlere film çektirip parayı götüren sizlersiniz.
Siz gece kulüplerinde kavga eden futbolcuları el üstünde tutarken, okul koridorlarında kavga eden öğrencileri disipline gönderemezsiniz.
Bir yandan her türlü rezilliği özgürlük olarak sunan, cinsiyetsiz bir toplum özlemiyle yanıp tutuşan yazarların kitaplarını okurken, bir yandan ailenin öneminden bahsedemezsiniz.
Yetişkinler para hırsıyla sürekli inşaat yaparak şehri betona boğarken, gençlerden geleceği inşa etmelerini bekleyemezsiniz.
Alttan bir sürü dersiniz var, bize üst perdeden ahlak dersi veriyorsunuz!
Size bir şey söyleyeyim mi? yeni nesil pırıl pırıldır. Hiçbir sıkıntı yoktur. Asıl sıkıntı, yeni nesle eski nesilleri unutturan yetişkinlerdedir.
Son iki yılda kaç tane Türk filmi çekilmiş ve geçmişimizi anlatıyor? Kitapçıların çok satanlar rafındaki kitaplardan kaç tanesi gençlere ecdadını sevdirmek için yazılmış acaba?
Siz dedelerinizin emanetine sahip çıksaydınız, biz de yarınları emanet olarak kabul ederdik belki ama şu durumda hiç emanet alacak durumumuz yoktur! Kusura bakmayınız! Geçmişini unutturduğunuz bir nesle, gelecekten ödev veremezsiniz!
Bu yüzden aranızda, “yeni nesil şöyle, yeni nesil böyle!” diye konuşup durmayı bırakınız! “Senin yaşında fatih İstanbul’u fethetmişti!” diyerek demagoji (lâfebeliği) de yapmayınız!
Evet, 21 yaşındayım ama fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta değilim. Çünkü benim babam II. Murat değil, hocam da Akşemseddin değil. Zaten İstanbul da artık Fatih’in fethettiği İstanbul değildir.”
Aziz dostlar!
Hemen her satırını haklı ve doğru gördüğüm bu yazı bir nevi eski ile yeni arasında bir hesaplaşma ve aynı zamanda apaçık bir uyarı gibi değil mi?
* Öncelikle anne balara bir uyarıdır.
* Toplumun dertlerinden habersiz olan ve mal kazanma hırsından kurtulamayan Karunlaşmış mal düşkünlerine bir uyarıdır.
* En küçüğünden en büyüğüne kadar her kademeden toplum yöneticilerine bir uyarıdır.
* Topluma bir türlü güven veremeyen politikacılara, siyasetçilere bir uyarıdır.
* Eğitimcilere, din görevlilerine, hukukçulara ve toplumdaki akil insanların tümüne bir uyarıdır.
Bu durumda “gençlik nereye gidiyor” yerine öncelikle “biz neredeyiz, ne yaptık ve nereye gidiyoruz” dememiz gerekmez mi?
Her şeye rağmen çok şükür ki, bugün bile iyi yönde giden bir gençliğimiz vardır. Bunun için kesinlikle ümitsizliğe kapılmaya gerek yoktur.
Çünkü ulusal ve uluslararası her sahada milletimizin yüzünü ağartan gençlerimiz, gençliğimiz vardır bugün.
Tüm dünyaya ün salmış İha’larımızı, Siha’larımızı, Atak’larımızı ve daha nicelerini geliştirerek yapmaya devam eden, millî gururumuz olan gençlerimiz, gençliğimiz vardır.
Yetişkinlerimiz, üzerlerine düşen görevleri yeterince yapmamış olmalarına rağmen bizim geleceğimizin ümidi olan gençlerimiz, gençliğimiz vardır.
Hayallerinden vazgeçmeyen, zekâlarıyla ve olgunluklarıyla düşmana korku salan gençlerimiz, gençliğimiz vardır.
Bizim hayallerimizi ve kendi hayallerini gerçeğe dönüştüren Teknofest gençlerimiz, gençliğimiz vardır.
Görebilen göze sahip herkes görüyor ki; sanki dikenlerle dolu bir bahçenin içinde rengârenk açarak her tarafı misk kokularıyla şenlendiren eşsiz çiçekler gibi benzerleri az bulunan gençlerimiz, gençliğimiz vardır.
Peki, bizler bu gençliğe sahip olmayı hak ediyor muyuz? Genel anlamda toplum olarak biz onlara örnek olabildik mi? Olabiliyor muyuz? İşte bu, maalesef bizim bir eksiğimizdir!
Bu durumda “gençlik nereye gidiyor” yerine “biz nereye gidiyoruz” denmesi gerekmiyor mu?
Bizim toplumsal hayatımız, ahlâkımız, edebimiz, adabımız, konuşma tarzımız, âdetlerimiz, aile yapımız, evlerimiz, çarşılarımız, pazarlarımız, ticaretimiz, alış veriş şeklimiz, sosyal ilişkilerimiz ve genel yaşantımız bizim değerlerimizle hiç uyuşmuyor. Bunu da hepimiz biliyor ve görüyoruz. O halde bir düşünelim biz bu hâlimizle nereye gidiyoruz? Sonumuz ne olacak?
Efendiler!
Hiç düşündük mü? Bizler, bugün kendi anlayışımızı ve yaşantımızı geçmişten ibret almadan ve geleceği hiç düşünmeden keyfimizce yaşayarak, her türlü olumsuzluktan da sadece başkalarını, gençleri suçlayarak nereye gidiyoruz? Farkında mıyız?
Yaşantımızda normal olarak görmeye başladığımız ve âdet hâline getirdiğimiz; yalanlarımızla, aldatmalarımızla, sahtekârlığımızla, fırsatçılığımızla, helâl ve haramı umursamayışımızla, dillere destan sinirliliğimizle, hırçınlığımızla, saygısızlığımızla, büyük, küçük, hak, hukuk tanımayışımızla, bir ufak menfaat yüzünden birliğimizi, kardeşliğimizi parçalamalarımızla ve “menfaatim için babamı bile satarım” diyebilen ahlaksızlarımızla bizler nereye gidiyoruz?
Şan, şöhret peşinde koşarken inancımızdan, idealimizden, ilkelerimizden ve ülkümüzden feragat etmelerimizle, toplumu “biz” ve “onlar” yahut “gençler” ve “yetişkinler” diye bölüp “onları” düşmanmış gibi dışlamalarımızla, ailemize, öz kardeşlerimize, komşularımıza karşı beslediğimiz nefret duygularımızla, hiç sonu gelmeyecekmiş gibi dünyaya olan bağlılığımızla ve doyumsuz açgözlülüğümüzle bizler nereye gidiyoruz?
Firavnları, Nemrutları, Neronları çağrıştıran zulümlerimizle, Ebu Cehilleri bile gerilerde bırakan inadımızla, eski barbarlıkları hortlatan cinayetlerimizle gerçekten bizler nerede duruyoruz? Farkında mıyız?
İlk yaşlardan itibaren bizden etkilenerek yaşayacak olan yeni nesillerimizi nerelere sürüklediğimizin farkında mıyız?
Derler ki; bir gün Fatih Sultan Mehmed’in hocası Akşemseddin’e biri gelerek ricada bulunmuş ve
- “Ümmet-i Muhammed’in kurtuluşu için dua buyurun efendim” demiş, Akşemseddin de,
- “Sen ümmet-i Muhammed’i bana göster, ben onun kurtulmuş olduğunu sana söyleyeyim” cevabını vermiştir.
O halde aziz dostlar!
Öncelikle herkes değerleriyle uyuşmayan kendi yaşantısına bir baksın ve tarafsız bir gözle Allah için söylesin:

“Gençlik nereye gidiyor” sorusunu sormadan önce “Biz nerde duruyoruz? Biz nereye gidiyoruz? Gençlerimizi biz nereye sürüklüyoruz” sorusunu ciddi bir şekilde kendimize sormamız gerekmez mi?
ALINTI
Vahdeddin HOCA

22 Nisan 2022 Cuma

Hepimiz Ağladık!!!

 Hepimiz Ağladık!!!

Suudi Arabistan'da Oturan Bir Yemenlinin Anlattığı Ilginç Bir Olay
Kefilim beni aldı, malının zekatını dağıtmak için fakir köylerin bulunduğu güney hattına götürdü. Dağıtılacak zekat parası zarfların içine konulmuştu. Ve her bir zarfta 5000 riyal vardı. Köyün birinden çıkıp Cidde - Cezan hattına doğru giderken yolda yaşlı ama dinç ve sağlığı yerinde, 70 - 75 yaşlarında bir adamın yürüdüğünü gördük. Arkadaşım:
- Bu adam bu vakitte bu çölde ne yapıyor? dedi.
Şoför:
- Kesinlikle Yemenli bir kaçaktır. dedi.
Durduk ve adama selam verdik.
- Neredensin?
- Yemen'den..
- Nereye gidiyorsun?
- Kabe'yi özledim!..
- Ziyaret için iznin var mı?
- Yok vallahi, izin almadım.
- Niçin izin almadın?
- 2000 riyal ödemem gerekiyor; bende ise sadece 200 riyal var. 100 riyal araba parası versem geri 100 riyalim kalıyor.
Arkadaşım:
- Tamam amca. Ne kadardır yürüyorsun? dedi.
- 6 gündür. dedi.
- Yemek yedin mi?
- Hayır, oruçluyum.
Arkadaşım:
- Buraya kadar en az 5 polis kontrol noktası geçtin. oralardan nasıl geçtin? dedi..
- Vallahi ben onların yanından geçerken hiç kimse bana bir şey sormadı.
Ben, çalışmak için mi geldin? diye sordum.
- Hayır. Vallahi Kabe'yi özledim. Umre yapmak için Mekke'ye gidiyorum.
Arkadaşım:
- Sen bu yolda yürürken polis devriyeleri seni iyi yakalamadı!?..
- Yarım saat önce yaklaşık 50 km geride bir devriye beni tuttu ve buraya 1km uzaktaki şubeye götürdü. Bana nereye gittiğimi sordular. Onlara Kabe'ye gitmek istediğime yemin ettim ve beni bıraktılar. Dedim ki kendi kendime 'SubhanAllah, Rabbim seni bu yere bir an önce ulaştırmak ve işini kolaylaştırmak için güvenlik görevlilerini gönderdi.'
Arkadaşım kalktı ve ona iki zarf verdi.
- Al; bu zekat parası..
Adam zarfları aldı ve:
- Allah razı olsun. dedi.
Tabi adam içinde ne kadar olduğunu bilmiyordu.
- Suudi parasını tanıyor musun? dedim.
- Evet
- İyi, zarfları aç ve parayı kemerine koy kaybolmasın..
Zarfları açtı ve içinde 10000 riyal olduğunu görünce:
- Bunun hepsi benim mi!? diye sordu.
- Evet senin dedik.
Adam bayılarak arabanın üzerine düştü. Arabadan indik ve adama su serptik. Kendine gelince bağırarak:
- Bunun hepsi benim mi? bunun hepsi benim mi? diyordu.
Oturdu ve çok derinden ağlamaya başladı. Arkadaşım onu biraz ileri götürelim dedi. Bizimle arabaya bindi ve biraz dinlendikten sonra; niye bu kadar ağladığını sordum:
- Benim Yemen'de bir evim var. Evimin yanında da bir parça arazim vardı. orayı Allah rızası için hibe ettim. Ben ve ailem orada taş ve çamurdan bir cami inşa ettik. inşaatı bitti ancak içini donatacak bir kaç basit eşyaların alınması kalmıştı. Düşünüp duruyordum bu caminin tefrişatını nasıl yapacağım diye...
Hepimiz ağladık...Peygamber (S.A.V.)'in sözü aklıma geldi.
" Kimin derdi ahiret olursa dünya ayağına gelir" Ve yine bir Hadisi şerifte: " Kimin arzusu ahiret olursa, Allah onun kalbine zenginliğini koyar ve işlerini derli toplu kılar, artık dünya boyun eğerek onun peşinden gelir. Kimin hedefi de dünya olursa, Allah iki gözünün arasına fakirliği koyar, işlerini darmadağınık eder. Neticede dünyadan da eline, kendisine takdir edilmiş olandan fazlası geçmez."
Bu sırada arkadaşıma ona biraz daha vermesi için işaret ettim. Arkadaşım ona iki zarf daha verdi ve miktar 20000 riyal oldu.
Adam arabadan inmeden önce kekeleyerek dua ediyor ve ağlıyordu. Ve yine sevgili Peygamber (S.A.V)'in sözü aklıma geldi:
" Siz gerçekten hakkıyla Allah'a tevekkül edebilseydiniz. Allah, sabah aç gidip akşam tok dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırırdı."

18 Nisan 2022 Pazartesi

ÖLECEĞiN GÜN iÇiN TELAŞLANMA!

 ÖLECEĞiN GÜN iÇiN TELAŞLANMA!

Önca değer verdiğin bedeninin başına neler gelecek diye kaygılanmaNe olacak, nasıl olacak diye hiç üzülme!
Çünkü Müslüman kardeşlerin senin için gerekenleri yapacaklar :
1- Elbiselerini bedeninden çıkaracaklar.
2- Bedenini yıkayıp gusledecekler.
3- Yeni elbisen olan kefeni bedenine giydirecekler.
4- Evinden dışarı çıkaracaklar.
5- Ve yeni evine, kabre götürecekler.
6- Cenaze merasimin için birçokları işlerini bırakıp gelecekler.
7- Özel eşyalarını toplayacaklar.
Elbiselerin, çanta ve ayakkabıların, ne varsa hepsini seçip ayıracaklar;
Muvaffak olurlarsa onları sadaka olarak fakirlere dağıtacaklar…
Emin ol, sen öldükten sonra kimse işini gücünü bırakıp senin hasretini çekmeyecek.
İşler ve ticaret kaldığı yerden devam edecek.
Senin görevin bir başkasına devredilecek.
Malın ve servetin bölüşülecek, mirasçıların hepsini sahiplenecek.
Sen ise kazandığın o malların hepsinden tek tek hesaba çekileceksin.
Öldükten sonra senden
Alınacak ilk şey adındır.
O nedenle öldüğünde sana
“cenaze” derler; kimse seni isminle çağırmaz.
Sana namaz kılmak için geldiklerinde, adını sormaz,
“Cenaze nerede?” diye sorarlar.
Omuzlarında taşıdıklarında ve defnettikleri zamanda da adını söylemez,
Cenazeyi tutun derler…
O hâlde, dikkatli ol;
soy, nesep, milliyet, para ve makam seni aldatmasın…
Bu dünya ne kadar değersiz, karşılaşacaklarımız ise ne kadar da büyük ve
Korkunç!
Öldükten sonra senin için üç tür üzüntü olur:
1- Seni biraz tanıyanlar,“Yazık !” derler.
2- Seni daha fazla tanıyan dost ve arkadaşların birkaç saat veya en fazla birkaç gün üzülür, sonra da
Şakalarına ve gülüşlerine devam ederler.
3- Yokluğunu ve ayrılık acısını derinden hisseden ailen ise birkaç hafta, birkaç ay veya en fazla bir yıl üzüntünü yaşarlar,
Sonra da seni kendi hatıralar arşivine atarlar.
İşte bu şekilde senin halk arasındaki öykün son bulur.
Güzelliğin, sağlığın, çocukların, evin, eşin, malın ve mülkün ne varsa hepsi elinden çıkar ve gerçek
öykün başlar.
Yani ahiret hayatın…
Peki, ölüm için, kabir için, ahiret içi ne kadar hazırız. ?
Bu, üzerinde durmamız ve çokça düşünmemiz gereken bir gerçektir.
Bu mübarek aylar ve kabul edilen dualar hürmetine bizleri affet, kabir ve cehennem azabından bizleri koru.

14 Nisan 2022 Perşembe

 



ŞÜKÜR..

İsa aleyhisselam bir ağacın altında ibadet eden birini gördü. Dikkatlice baktığında adamın ayakları felçli olduğunu anladı. İki gözü de görmüyordu. Vücudunda ise baras hastalığı olduğu anlaşılıyordu. Ama adam bütün bunlara rağmen, mutluluktan uçacakmış gibi dua ediyordu:
– “Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun!..”
İsa aleyhisselam kötürüm adama yaklaştı:
- Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor. Bedenin de sıhhatli görünmüyor? Peki hangi nimettir, nice zenginlere verilmediği halde sana verilen?
Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelen kötürüm adam dedi ki:
- Allahü teâlâ bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple O’nu tanıyorum. Öyle de bir dil vermiş ki, o dille de O’na şükrediyorum. Halbuki, dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde O’nu tanıma sevinci, dilinde de O’na şükretme mutluluğu yoktur. Ama Rabbim bana bu sevgiyi ihsan eylemiş.
İsa aleyhisselam;
– “Ver şu elini öyle ise!” diyerek elinden tutar, gözlerinden öper. Peygamberin dudaklarının değdiği gözler anında açılır. Karşısındakinin İsa aleyhisselam olduğunu görünce heyecanlanan adam:
- Sen şu ölüleri dirilten, hastalara şifalar bahşeden mucizelerin sahibi Peygambersin, der. Sonra da ayakları üzerine kalkabildiğini anlayınca söylediği ilk sözü şu olur:
- Yâ Nebiyyallah! Sendeki bu mucizeler de O’ndan değil mi? Öyle ise izin ver de geç kalmayayım, O’na şükredeyim, diyerek hemen yere iner, başını secdeye koyar ve der ki:
– “Rabbim! Seni tanıyan bir kalple, şükreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan acizken, şimdi gören bir çift gözle, yürüyen iki de ayak lütfettin. Artık bilemiyorum nasıl şükretmem gerekiyor bu eşsiz nimetler karşısında?”
Adam bunları söyledikten kısa bir zaman sonra ruhunu teslim eder.
Hadiseye şahit olanlar İsa aleyhisselama derler ki:
- Yâ Nebiyallah! Onu secdeye indiren nimetlere biz tâ baştan beri sahibiz. Ama hiçbirimiz onun duyduğu gibi bir mutluluk duymadık.
İsa aleyhisselam da onlara şöyle buyurur:
- Öyle ise, tefekkür edin, siz de düşünün! Düşünen, sahip olduğu nimetin farkına varır. Düşünmeyen ise kendisini mahrumiyette sanır!
*İnsanoğlu nimet içerisinde iken nimetin kıymetini idrak edemez. Balık suda iken suyun kıymetini bilmediği gibi. Ne zaman ki su’dan bir mahrumiyet olur işte o zaman çırpınmaya başlar ama iş işten geçmiştir...Artık yolun sonu görülmüştür.*
Ya Rab! Zatının, sıfâtının, esmâının, efâlinin hudutsuzluğunca verdiğin nimetlere şükürler Olsun .
Vahdeddin HOCA

26 Ekim 2019 Cumartesi

CENNET BAHÇESİ

CENNET BAHÇESİ

Yer yer verdiğimiz konu ile ilgili bilgileri bir kompozisyon içinde tekrar arzediyorum.

Ravzâ-i Tâhire, Medine'deki Mescid-i Nebevî'nin içinde bulunan Peygamberimizin (ﷺ) türbesi ile minberi arasına verilen isim.
Bu ismi bizzat Peygamberimiz (ﷺ) takmış ve şöyle buyurmuştur:
"Benim mezarım ile minberim arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir." Ravza, bahçe demektir. Tâhire ise tertemiz. Mescid-i Nebî'de her taraf kırmızı halılarla kaplı iken, Ravza-i Mutahhara'daki halılar yeşildir. Burada bulunan 12 sütun, Sultan Üçüncü Selim'in emriyle mermerle kaplanmış ve pâdişahın bizzat kendisinin yazdığı Na'tı Şerif, bu sütunlara sülüs hattı ile kabartmalı bir şekilde nakşolunmuştu.

Bu sütunlardan 8 tânesinin çok özel bir kıymeti var. Her biri Peygamberimiz (ﷺ) Efendimiz
hâtırâlarıyla süslenmiş bu 8 sütunun üzerine, hâtırâların kaybolmaması için yine 3. Selim tarafından isimleri yazılmıştı.
Peygamberimiz (ﷺ) Efendimiz zamânında Mescid-i Nebevî'nin sütunları, hurma ağaçlarıydı. Daha sonraki zamanlarda bu ağaçlar sökülerek yerine direkler dikildi. Lâkin hiçbir zaman yerleri değiştirilmedi. Şu an hâlâ
Peygamberimiz (ﷺ) Efendimiz zamanındaki hurma ağaçlarının yerlerinde duruyorlar.
Sonraki yıllarda ilâve edilen pek çok sütunla birlikte, sütun sayısı 327'ye ulaştı. Bu sütunların 22 tânesi maksûrenin içindedir. (Maksûre, Rasûlüllah (ﷺ) Efendimiz , Ebû Bekir ve Ömer'in (r.a) yanyana kabirlerinin bulunduğu odaya denir)
Şu an Mescid-i Nebevî'de iki tip sutun vardır ki; Tabanları pirinçle kaplı, Osmanlılara âit kırmızı direkler (sonradan Suûdîler tarafından beyaza boyandığı için hafif pembemsi bir renk almışlar) ve Suûdîler'e âit beyaz direkler. Duvar diplerindekiler kare, diğerleri yuvarlaktır. Şimdi gelelim, hâlâ asr-ı saâdetin hâtırâlarını taşıyan ve üzerlerinde isimleri yazan meşhur 8 direğe...

1️⃣-Hz Aişe (r.anhu) kapısı,
Peygamberimiz (ﷺ) Efendimiz mescid'te
namaz kılan cemaat'e son kez bu kapıdan
bakmıştır.

2️⃣-Hz Ali (r.a) Efendimiz'in namaz kıldığı yer,
Muhâfızlar Sütunu-Hz. Ali Sütunu kıbleden
îtibâren Serîr (Yatak) Sütunu’nun arkasına
düşer. Hücre-i Saâdet’in parmaklıkları
arasındadır. Peygamberimiz (ﷺ) Efendimiz
mescide girip çıktığı kapının sağındaki sütundur. Peygamberimiz (ﷺ) Efendimiz
koruyan muhâfızlar, Hz. Aişe’nin evinin kapısının önündeki bu sütunun yanında beklerlerdi. Bu sebeple muhâfız mânâsına gelen Muharras ya da Haras Sütunu ismi verilmiştir. Peygamberimiz (ﷺ) Efendimiz'i
korumak için sahâbeler, gece-gündüz nöbet
bekliyorlardı bu sütunun yanında.
Nihâyet, “Allah seni insanlardan korur”
(Mâide-67) âyeti inince, Peygamberimiz (ﷺ)
muhâfızları gönderdi. Bilhassa Hz. Ali, bu sütunun yanında namazlarını kılar,
Rasûlüllah’ı (ﷺ) suikastlerden korumak için burada nöbet tutardı. Bu yüzden Hz. Ali (r.a) Sütunu ismiyle de anılır.

3️⃣-Kıble istikametindeki sütunun üzerinde “Hâzâ Üstüvânetü’s- Serir” yazmaktadır. Serir demek, yatak demektir, döşek ya da minder anlamına da gelir.
Allah’ın Rasülü (ﷺ) her yıl Ramazan ayının son 10 gününde bu hurma direğinin dibine bir minder attırır ve itikâfa çekilirdi. İtikâfta bulunurken, bazen mubarek ayaklarını uzatır ve perdenin arka tarafında bulunan Hz. Aişe validemiz yıkardı.
Bazen de mübarek başlarını uzatır ve yine Hz. Aişe anamız yıkardı.
İşte bu zaman zarfında Cebrail (a.s) gelerek, o güne kadar gelen ayetleri birbirlerine okurlarmış. Önce Peygamber Efendimiz (ﷺ)
okur, Cebrail (a.s) takip ederdi,
buna “arz” deniyor. Sonra Cebrail (a.s) okur Peygamberimiz (ﷺ) takip ederdi. Buna da “mukâbele” deniyor.

4️⃣-Tevbe Sütunu-Ebû Lübâbe Sütunu minber tarafından dördüncü, maksûre tarafından ikinci, kıble tarafından da üçüncü sütundur. Peygamberimizin (ﷺ) kabrinin, hattâ mübarek başının hizâsındadır.
Ebû Lübâbe bin Abdülmünzir isimli sahâbenin, bu sütuna bağlı iken tevbesinin kabûl olunması sebebiyle Ebû Lübâbe ve Tevbe Sütunu isimlerini almıştı. Hâdise şöyle vukû buldu:
Ebû Lübâbe, Peygamberimizin (ﷺ)
elçisi olarak Benî Kureyza Yahudileri’ne gidip, teslim olmalarını istedi. Yahudiler, “Teslim olursak Peygamberiniz bize ne yapar” diye sormaları üzerine Ebû Lübâbe “Peygamber hepinizi öldürecek” dedi. Aldıkları bu cevap karşısında son derece panikleyen ve korkan Yahudiler, anlaşma yapmaktan vazgeçtiler. Anlaşma yapılmasına engel olduğu için pişman olan Ebû Lübâbe, “Yüce Allah beni affedip, tevbemi kabul edeceği âna kadar burada kalacağım.” diyerek kendisini bu sütuna bağladı. Tevbe Sûresi 102. ayet nâzil olup bu sahâbenin tevbesinin kabul olunduğu bildirilince de “Tevbe Sütunu” ismini aldı.

Bu sütun, Peygamberimiz (ﷺ)
zevcesi Hz. Ümmü Seleme’nin kapısının önünde idi. Hâdiseyi duyan Rasûlü Ekrem (ﷺ)
“O, bana ilticâ etseydi, O’nun için duâ eder, Allah’tan af dilerdim. Mâdem ki Allah’a ilticâ etti, o halde affını Allah’tan beklesin, ben bir şey yapamam” buyurmuştu.
Ebu Lübâbe, altı gün bu sütuna bağlı kaldı. Namaz vakitleri ve aslî ihtiyaçlarında hanımı gelerek onu çözer, namaz akabinde tekrar bağlardı. Altıncı günün sonunda Peygamberimiz (ﷺ), hanımı Ümmü Seleme’nin evindeyken, Ebû Lübâbe’nin tevbesinin kabul olunduğunu bildiren Tevbe Sûresi 102. ayet nâzil oldu. Müjdeyi Ümmü Seleme verdi, ipleri Rasûlü Ekrem (ﷺ) çözdü. Rasûlüllah (ﷺ)
nâfile namazlarını bu sütunun yanında kılar ve sabah namazlarından sonra da sütuna yaslanarak oturur, ashâbıyla sohbet eder, yeni nâzil olan âyetleri okur, ashab'tan rüyâ görenlerin rüyâlarını tâbir ederdi.

5️⃣-Rasülüllah (ﷺ) bir defasında şöyle buyurmuştu:“Benim mescidimin içerisinde öyle bir yer vardır ki, orada yapılan dualar reddedilmez.” Fakat Ashâb-ı Kiram, işaret buyurulan yeri öğrenemeden Peygamberimiz (ﷺ) vefat etmişti.
Kendi aralarında istişare edip dediler ki: “Bu yeri Hz. Aişe validemiz bilir.” Hanımları takip ettiler ki, Hz. Aişe namazlarını mescidin neresinde kılıyor, dualarını nerede yapıyor? Gördüler ki, genelde Hz. Aişe validemiz namazlarını bu hurma direğinin dibinde kılmaktadır.
Bu bir.İkincisi, bir gün bu direğin dibinde Hz. Aişe validemiz Mekkeli Muhacirlere ders vermektedir. Yanı başında da kız kardeşi Hz. Esma’nın oğlu Urve Bin Zübeyir oturmaktadır. Bir ara Hz. Aişe validemiz demiş ki: “Bu mescid’in içerisinde öyle bir yer vardır ki, orada namaz kılmanın sevabını, kadrini ve kıymetini Müslümanlar bilmiş olsalardı, aralarında kura çekerlerdi.” Dinleyenler:
“Ey Anamız! İşaret ettiğiniz yer neresidir?” diye sormuşlar fakat, Hz. Aişe validemiz söylememiş. Ders bitip muhacirler dağılınca, yanında oturan yeğeni Urve Bin Zübeyir’in kulağına bir şeyler fısıldamış. O da kalkıp bu hurma direğinin dibinde namaz kılmış. Bu noktadan hareketle Müslümanlar, hadiste işaret edilen ve Hz. Aişe validemizin de işaret buyurduğu yerin, burası olduğuna hükmetmişler

Kıble, Kudüs'ten Kâbe'ye çevrildiğinde Hz. Peygamber (ﷺ) Efendimiz, 2 ya da 3 hafta kadar bu sütunun yanında kıldırmıştı
namazları. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer (r.a)'de bu sütunun yanında namaz kılmayı alışkanlık hâline getirmişlerdi. Mekke'den Medîne'ye hicret eden muhâcirler, umûmiyetle burada toplanıp sohbet ettikleri için, sütunun bir diğer ismi de Muhâcirler Sütunu olmuştu.

6️⃣-"Evimle minberimin arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim havzımın üzerindedir." hadis-i şerif levhası.

İmam Malik gibi bazı alimler, bu bahçe gerçek bir cennet bahçesidir ve ahirette cennete nakledilecektir, demişlerdir.

7️⃣Mescid-i Nebevî'nin içerisindeki Peygamberimiz (ﷺ) Efendimizin mübarek Kabr-i Saadetine "Selam Yolu" adı verilen bir koridorla ulaşılır. Bu alan kıble istikametinde olduğundan dolayı ibadet eden insanları rahatsız etmemek adına mescit alanıyla selamlama yolu arasına 1,5 metre yüksekliğinde bir sundurma yapılmıştır. Geçişleri kolaylaştırmak için 4 çıkış kapısı açılmış, üzerlerine ise kemerli ve süslü taklar konulmuştur. 1850 yılına kadar ahşap olan bu süsleme objeleri bu tarihten sonra madene tebdil edilmiştir.
Sultan Abdülmecid Han döneminde yapılan kapı takı görülmektedir. Üzerinde daire içerisinde "Peygamberimiz (ﷺ) şöyle buyurdu" ifadesi yazarken alt kısımda dikdörtgen panoda "Canlının yuvasını arzuladığı gibi İman ehli Medine'yi arzu eder" Hadis-i Şerifi yazmaktadır.

8️⃣MİHRABI NEBİ (ﷺ)

Peygamber (s.a.v) efendimizin ve Hulefâ-i Râşidîn’in (ra) devrinde bugünkü Mihrâb-ün-Nebî’nin yerinde mihrâb yoktu. Peygamber (s.a.v) efendimiz, bugünkü Mihrâb-ün-NebÎ’nin yerinde cemâate namaz kıldırırdı.
Hulefâ-i Râşidîn de, Peygamber efendimizin namaz kıldırdığı yerde imâm olup, namaz kıldırdılar.
Ancak Peygamberimizin (s.a.v) namaz kıldırdığı yerin zamanla unutulmaması için buraya direk dikildi.
Emevî halîfesi Ömer bin Abdülazîz’e gelinceye kadar böyle devam etti. Ömer bin Abdülazîz, Velîd bin Abdülmelik’in halîfeliği sırasında âlimleri toplayıp istişare etti ve Peygamber efendimizin (s.a.v) namaz kıldırdığı yere bir mihrâb yaptırdı.

9️⃣Heyetler Sütunu-Meclisi Kılâde sütunu da
Hücre-i Saâdet’in parmaklıklarına yapışıktır.
Hz. Peygamberin (ﷺ), mescide girip çıktığı
kapının solundaki sütundur. Vüfûd,
“Heyetler” demektir. Hz. Peygamber (ﷺ)
yabancı heyetleri burada kabul ederdi. Daha
sonra ashâbın büyükleri de burada
toplanmayı âdet hâline getirince sütun,
“Meclis-i Kılâde” diye de anılır oldu. Serîr,
Muharras ve Vüfûd Sütunları, Hücre-i
Saâdet’in Ravza-i Mutahhara’ya bakan batı
duvarına bitişiktir

16 Ekim 2019 Çarşamba

TERÖR MERKEZİ NERESİ


AMERİKA, ARABİSTAN, PETROL⁉️
"HER FİRAVUNUN SARAYINDA BİR MUSA VARDIR… AMA
BİZ "MUSA" BEKLİYORUZ GELEN İSE "USA" OLUYOR.NEDEN ?
Kral Faysal bin Abdülaziz, Kudüs ve Filistin toprakları üzerindeki İsrail işgaline karşı, Müslüman halkları cihada çağırdığında takvimler 1969’u gösteriyordu. Suriye ve Mısır bu çağrıya cevap vererek 1973’de Kudüs’ün işgalden kurtarılması için Arap ülkelerinin yardımını da alarak, 1973’de İsrail’e savaş açar. Suudî Arabistan, batıya akan petrol vanalarını kapatır ve tüm dünyada “petrol krizi” baş gösterir.
Krizi görüşmek ve çözüme kavuşturmak üzere ABD Dışişleri bakanı Henry Kissinger, Suud Kralı Faysal’ı ziyarete gider. Görüşme, kralın sarayında değil, sahranın ortasında bir çöl çadırında gerçekleşir. Misafirine karşı pek de konuksever davranmayan Kral Faysal’ın sofrasında hurma ve deve sütü vardır. Kissinger’in “Eğer ambargoyu kaldırmazsanız biz de petrol kuyularını vururuz!” tehdidine karşı Kral Faysal, tarihe geçen şu cevabı verir: “Tabii ki petrol kuyularımızı bombalayabilirsiniz. Fakat unutmayınız ki, biz ve atalarımız hurma ve deve sütüyle yaşıyorduk, yine öyle yaşayabiliriz; ancak artık siz petrolsüz yaşayamazsınız.”
Bu olaydan kısa bir süre sonra Kral, kendisiyle aynı ismi taşıyan yeğeni tarafından hem de kendi sarayında, kafasına sıkılan iki kurşunla öldürüldü. Katil yeğen Faysal bin Musaid, Amerika’da kolej ve üniversite eğitimi görmüştü. Önce akli dengesinin yerinde olmadığı söylendi ise de sonrasında idam edildi. 
Kral Faysal’ın öldürülmesinden sonra petrol vanaları açıldı ve petrol krizi sona erdi. İsrail, Amerika’nın da yardımı ile Suriye ve Mısır’a karşı yürüttüğü savaşı kazandı. Kudüs işgalden kurtarılamadığı gibi Filistin toprakları da peyderpey eriyip gitti. 1975 tarihinde gerçekleşen bu suikasttan sonra hiçbir Suud kralı, sarayından çıkıp da çölde yaşamayı göze alamadı. Hurma ve deve sütü ise mükellef saray sofralarının nostaljik birer katığı olarak kaldı. Batıya akan petrolün vanası ise hiç kapanmadı.
Henry Kissinger 'in şu sözleri aslında tüm olanları özetler gibi :
“Alternatiflerin yokluğu zihni açar.”
Amerika iki sebeple güçlü(!)dür.
Ülkesindeki vatan hainlerini bulur ÖLDÜRÜR. Diğer ülkelerdeki vatan hainlerini bulur KULLANIR 
Gıdayı kontrol eden insanları, eneriyi kontrol eden kıtaları, parayı kontrol eden dünyayı yönetir. Henry Alfred Kissinge (Almanya doğumlu Yahudi kökenli Amerikalı diplomat)alıntıdır SIzLER IÇIN PAYLASTIM


Hakkımda

Fotoğrafım
https://www.facebook.com/VAHDED.HOCA SİTEMİZİ ZİYARET EDİP ÜYE OLURSANIZ ÇALIŞMALARIMIZA DESTEK VERMİŞ OLURSUNUZ ALLAH cc CÜMLE MÜMİNLERDEN RAZI OLSUN.