KABUL ETMEDİĞİN SIFATIDA TERK ETMELİSİN
YAŞADIĞIMIZ SÜRECE MEVCUT DURUMUMUZU GÖZDEN GEÇİRİP İSLAM'A UYGUNLUĞUNU TEST ETMELİYİZ ŞUURLA, DELİLLERİYLE KANAAT EDİP İMANIMIZI GÜÇLENDİRMELİYİZ AMELLERİMİZLE SÜSLEMELİYİZ...
PUT VE BUNA BENZER ŞİRK ÇEMBERİNDE OLMADIĞIMIZI TAM KESTİRMELİYİZ..
Bizim açımızdan Allah'ın varlığı zorunludur. O'nsuz bir varoluş düşünülemez. O her şeyin üzerinde ve her şeyden yücedir. Her şey O'na bağlı, ama gördüğümüz hiçbir şey O değildir.
Yeryüzünde insan zihni tarafından üretilmiş bir sürü tanrının olması bile Allah'ın varlığının delillerindendir. Bu putlar insanın kendinden üstün bir güce sığınma, yaklaşma, dua etme ve onun korumasında olmaya ihtiyacı olduğunu ve bu ihtiyacın doğru kaynaktan karşılanamaması durumunda onun yerini tutmak üzere taklitlerinin üretildiğini gösterir. Aç insanın sağlıklı yiyecek bulamadığında önce ot yaprak, sonra da çerçöp yemesi gibi inanma ihtiyacını Allah Teâlâ’ya iman ile karşılayamayan insan da geçmişte taşa, ağaca; şimdilerde ise enerjiye, elektriğe, güce vesaireye sığınarak karşılamaya çalışıyor. Yine de şirkin bu çeşidi nispeten masumanedir.
En kötüsü ise birilerinin insanları istediği gibi yönetmek ve yönlendirmek için ürettiği şirk inançlarıdır. Genellikle bunu yöneticiler yapar. Tarih boyunca firavunlar, nemrutlar ve onların yandaşları böyle yapmışlardır. İnsanların her şeyleri üzerinde tahakküm kurmanın ve onlardan gelebilecek isyanları daha en baştan bertaraf etmenin, yani toplumun çoğunluğunun küçük bir azınlık tarafından sömürülmesine razı edilmesinin en sağlam yolu bu taksimin ilahiliğine onları inandırmaktır. İşte bunu din üreterek yaparlar.
Hazreti Peygamber’in çağdaşları olan Arapların yaptığı da aynen böyledir. Tarihçilerin açıkça ortaya koyduğu üzere Mekke önderlerinin derdi putlarını korumak değil; putperestlik sayesinde elde ettikleri ayrıcalıklı konumlarını ve bu sayede tıkır tıkır işleyen çıkarlarını korumaktı.
Unutmayın: uydurulmuş inançlar kitleleri uyutmak, onların düşünce yapısını bozarak ellerinden haklarını almak ve seçkin bir azınlığa koşulsuz itaat ettirmek içindir. O yüzden bu amaçla üretilmiş dinler kastedildiğinde "din afyondur" sözü doğru olur.
Her türden değişim ve dönüşüm kendinden şüpheyle başlar.
Böyle düşünmen doğru mudur? O davranışın doğru olmuş mudur? Doğru kişiyi mi seçtin? Çocuğumuzu böyle yetiştirmekle doğru mu yaptık? Aldığımız bu karar ne kadar doğru? Sorular gitgide çoğalır.
Yapıp ettiklerinden kesin emin olanlar genellikle hayatın başında ve sonunda olanlardır. Onlar sürekli kendilerini savunurlar. Gençler yukardan gelen dönüştürücü güce direnip kendi yollarını bulmak için; yaşlılar da içlerinden gelen vicdani sorgulamaya karşın artık yapacak bir şeyleri kalmadığından yaparlar bunu.
Ama hayatın ortalarında olanlar... Onlar ne gençler gibi bağımsızdırlar ne de yaşlılar kadar ümitsiz. Bütün bağlarına rağmen hala yapabilecekleri bir iki şey olduğunu düşünüp daha fazla geç kalmadan düzeltmek isterler olan biteni. İşte kendini yargılama ve yaptıklarının doğruluğundan şüphe etme böyle başlar.
Efendimizin peygamber oluşundan beş yıl kadar önce Kâbe’nin sellerden zarar görmesi üzerine temellerine kadar yıkılıp yeniden inşasına karar verilmişti. Müşrik Mekkeliler herkesi bu işe destek olmaya çağırdılar. Ama bir şartları vardı. Kâbe için verilecek yardımlar, içine faiz karışmamış gelirlerden olmalıydı. Cumhur görüşe göre bu olay müşriklerin kendi yaşam biçimlerinden hoşnut olmadıklarının ifadesidir. Bu çok önemli. Çünkü her türden dönüşüm bir insanın önce zihnindeki değerlerden şüphe etmesiyle başlar.
İnsan birden bire diğer inanç sistemine geçmez. Önce kendi değerlerinden şüpheye düşmesi lazım. Onun için belki de tebliğde kendi inanç sistemimizin doğruluğunu anlatmak kadar hatta daha da fazla inançsız insanın düşünce dünyasındaki yanlışlıkları göstermek üzerinde durmamız gerekir. Bunun tersini yaparak çocuklarımızın zihninde İslam'la ilgili şüpheler uyandırmak amacıyla Peygamberimizin yapıp ettiklerini didik didik inceleyip kendilerince zaaflar bulmaya çalışanlar olduğunu bilmeli ve şeksiz şüphesiz bir imanın şartı olan salim bir kalbe ulaşmak için ilimden yardım almalıyız...
Bizim açımızdan Allah'ın varlığı zorunludur. O'nsuz bir varoluş düşünülemez. O her şeyin üzerinde ve her şeyden yücedir. Her şey O'na bağlı, ama gördüğümüz hiçbir şey O değildir.
Yeryüzünde insan zihni tarafından üretilmiş bir sürü tanrının olması bile Allah'ın varlığının delillerindendir. Bu putlar insanın kendinden üstün bir güce sığınma, yaklaşma, dua etme ve onun korumasında olmaya ihtiyacı olduğunu ve bu ihtiyacın doğru kaynaktan karşılanamaması durumunda onun yerini tutmak üzere taklitlerinin üretildiğini gösterir. Aç insanın sağlıklı yiyecek bulamadığında önce ot yaprak, sonra da çerçöp yemesi gibi inanma ihtiyacını Allah Teâlâ’ya iman ile karşılayamayan insan da geçmişte taşa, ağaca; şimdilerde ise enerjiye, elektriğe, güce vesaireye sığınarak karşılamaya çalışıyor. Yine de şirkin bu çeşidi nispeten masumanedir.
En kötüsü ise birilerinin insanları istediği gibi yönetmek ve yönlendirmek için ürettiği şirk inançlarıdır. Genellikle bunu yöneticiler yapar. Tarih boyunca firavunlar, nemrutlar ve onların yandaşları böyle yapmışlardır. İnsanların her şeyleri üzerinde tahakküm kurmanın ve onlardan gelebilecek isyanları daha en baştan bertaraf etmenin, yani toplumun çoğunluğunun küçük bir azınlık tarafından sömürülmesine razı edilmesinin en sağlam yolu bu taksimin ilahiliğine onları inandırmaktır. İşte bunu din üreterek yaparlar.
Hazreti Peygamber’in çağdaşları olan Arapların yaptığı da aynen böyledir. Tarihçilerin açıkça ortaya koyduğu üzere Mekke önderlerinin derdi putlarını korumak değil; putperestlik sayesinde elde ettikleri ayrıcalıklı konumlarını ve bu sayede tıkır tıkır işleyen çıkarlarını korumaktı.
Unutmayın: uydurulmuş inançlar kitleleri uyutmak, onların düşünce yapısını bozarak ellerinden haklarını almak ve seçkin bir azınlığa koşulsuz itaat ettirmek içindir. O yüzden bu amaçla üretilmiş dinler kastedildiğinde "din afyondur" sözü doğru olur.
Her türden değişim ve dönüşüm kendinden şüpheyle başlar.
Böyle düşünmen doğru mudur? O davranışın doğru olmuş mudur? Doğru kişiyi mi seçtin? Çocuğumuzu böyle yetiştirmekle doğru mu yaptık? Aldığımız bu karar ne kadar doğru? Sorular gitgide çoğalır.
Yapıp ettiklerinden kesin emin olanlar genellikle hayatın başında ve sonunda olanlardır. Onlar sürekli kendilerini savunurlar. Gençler yukardan gelen dönüştürücü güce direnip kendi yollarını bulmak için; yaşlılar da içlerinden gelen vicdani sorgulamaya karşın artık yapacak bir şeyleri kalmadığından yaparlar bunu.
Ama hayatın ortalarında olanlar... Onlar ne gençler gibi bağımsızdırlar ne de yaşlılar kadar ümitsiz. Bütün bağlarına rağmen hala yapabilecekleri bir iki şey olduğunu düşünüp daha fazla geç kalmadan düzeltmek isterler olan biteni. İşte kendini yargılama ve yaptıklarının doğruluğundan şüphe etme böyle başlar.
Efendimizin peygamber oluşundan beş yıl kadar önce Kâbe’nin sellerden zarar görmesi üzerine temellerine kadar yıkılıp yeniden inşasına karar verilmişti. Müşrik Mekkeliler herkesi bu işe destek olmaya çağırdılar. Ama bir şartları vardı. Kâbe için verilecek yardımlar, içine faiz karışmamış gelirlerden olmalıydı. Cumhur görüşe göre bu olay müşriklerin kendi yaşam biçimlerinden hoşnut olmadıklarının ifadesidir. Bu çok önemli. Çünkü her türden dönüşüm bir insanın önce zihnindeki değerlerden şüphe etmesiyle başlar.
İnsan birden bire diğer inanç sistemine geçmez. Önce kendi değerlerinden şüpheye düşmesi lazım. Onun için belki de tebliğde kendi inanç sistemimizin doğruluğunu anlatmak kadar hatta daha da fazla inançsız insanın düşünce dünyasındaki yanlışlıkları göstermek üzerinde durmamız gerekir. Bunun tersini yaparak çocuklarımızın zihninde İslam'la ilgili şüpheler uyandırmak amacıyla Peygamberimizin yapıp ettiklerini didik didik inceleyip kendilerince zaaflar bulmaya çalışanlar olduğunu bilmeli ve şeksiz şüphesiz bir imanın şartı olan salim bir kalbe ulaşmak için ilimden yardım almalıyız...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder